3 uzay yürüyüşü – Spacewalk

Weltraum Spacewalk

Ne romantik bir düşünce. Uzayda süzülüyorsunuz. Sükunet, sessizlik, mavi gezegen altınızda ışıldıyor. Ama bu romantik düşünce bir anda kabusa dönüşebiliyor çünkü yalnızca bir astronot giysisi sizi uzayın ölümcül boşluğundan ayırıyor. Uzayı ne kadar sevsem de, uzayda bir astronot elbisesi içinde uçma düşüncesi beni anında hasta ediyor. Çünkü uzay yürüyüşleri astronotların en tehlikeli görevleri arasında yer alıyor. Ve tabii ki bunlardan birkaç tanesi neredeyse ölümcül sonuçlanıyordu.

Uzay yürüyüşleri ( Spacewalk ) neden yapılır?

Astronotlar neden uzay açlarının veya istasyonun dışına çıkmak zorundalar? Altımda tonlarca yakıtın patlamak üzere olduğunu bilerek bir roketin içinde oturmak zaten yeterince kötü. Uluslararası Uzay İstasyonu ISS, yerçekimi olmayan bir ortamda bilimsel deneylerin yapılabileceği bir araştırma istasyonudur.

Ve bu deneylerden bazıları da istasyon dışında gerçekleşir. Örneğin kozmik ışınların etkilerini ölçmek için. Ayrıca astronotların görevi sadece deneyleri uygulamak değil, aynı zamanda ISS‘nin gerekli bakımını da yapmaktır.

Bu, uzay istasyonunun dışındaki bir aletin onarılması veya bir şeyin temizlenmesi gerektiği anlamına gelir. O zaman bunu yapmak zorundalar ve zaten astronotların dışında başka kim yapabilir ki?

Şimdiye kadar toplamda 450‘den fazla uzay yürüyüşü yapıldı ve bunların ilki neredeyse ölümcül bir şekilde sonlanıyordu. Bu videoda ölümcüle yakın uzay yürüyüşlerindeki üç önemli olayı tanıtmak istiyorum.

1. Sıra: Alexey Leonov

Uzay yürüyüşü - Spacewalk Alexei Leonov

Birinci sırada bir Sovyet kozmonotu olan Alexei Leonov var. Leonov’un uzay tarihinde apayrı ve çok özel bir yeri var. Çünkü Leonov uzayda yürüyen ilk insandı. Tabii ki, ilklerde bazı şeyler ters gidebilir. Ama yine de birinin bir başlangıç ​​yapması, ilk adımı atması gerekiyor.

Leonov 18 Mart 1965’te uzaya uçtu. Görevi dünyanın yörüngesine girdikten sonra, ardından uzay kapsülünden çıkıp uzayda yalnızca beş metrelik bir güvenlik halatıyla uzay gemisine bağlı olarak serbestçe süzülmekti.

Burada aman tehlikeli, çok tehlikeli diyerek abartmadığımı tekrar göstermek için şunu açıklayayım. Yepyeni bir hava hücresi kapağına sahip olan uzay gemisi, daha önce yaklaşık 100 kez insansız olarak test edildi. Başlangıçta her şey harikaydı. İnsansız uzay gemisi dünya yörüngesine ulaştı. Kapsülün çıkış kapısı mükemmel bir şekilde bir sıkıntı olmadan açıldı. Ama sonra ne yazık ki nasıl olduysa oldu yer istasyonundan gönderilen radyo sinyalinde küçük bir hata oldu ve fren yapmaya yarayan roketler ateşlenmeye başladı.

Uzay gemisi, Dünya yörüngesinde deli gibi dönmeye başladı ve sonra kendi kendini yok etme moduna girdi ve uzayda patladı. Kader işte yapacak bir şey yok.

Buna rağmen, bir ay sonra Alexei ve diğer kozmonot böyle bir uzay gemisinde yörüngeye doğru yola çıktılar. Yani demek istediğim şu ki, kapsülün hava hücresi kapağı kusursuz çalışıyordu. Çünkü en önemli şey de buydu.

Fırlatma ve uzaya yolculuk yörüngeye oturana kadar çok iyi gitti ve sıra dışarı çıkıp uzay yürüyüşünü yapmaya geldi. Bir uzay gemisinden dışarı çıkan ilk insanın fotoğrafı böyle görünüyordu. O ana kadar oldukça rahat görünüyor. Leonov bir keresinde yaşadığı serüvenle ilgili bir makalesinde, kendisini kanatlarını germiş ve yeryüzünün üzerinde süzülen bir martı gibi hissettiğini yazmıştı.

Bir martı gibi, ne kadar hoş! 12 dakika boyunca minik Sovyet martımız uzayda uçtu. Ta ki bir şeyi fark edene kadar. Nasıl olduysa elleri artık uzay elbisesinin eldiveninde değildi. Ayrıca ayakları da artık ayakkabısının içinde değildi. Yani daha çok pantolonun yarısında gibi.

Elbisesi esnemeye başlamıştı. Uçsuz bucaksız uzayın en tatsız tarafı ne yazık ki bomboş olmasıdır. Orada hiçbir şey yok. Etrafınızda hava yok, sadece boşluk var. Hava sadece nefes almak için gerekli değil, aynı zamanda etrafımızdaki hava da üzerimizde bir baskı oluşturuyor. Yani atmosferik basınç. Ve o olmadı mı, havayla dolu nesnelerin hacmi genişleyebilir. Çünkü artık dışarıdaki atmosferik basıncın etkisi ile sıkıştırılmıyor.

Leonov’un yaşadığı bu olay, uzay giysisi havayla dolu olduğu için tam olarak da buydu. Ve uzay boşluğundaki bu vakum, uzay giysisini genleştirmeye başladı. Leonov hemen hava hücresi kapağına olabildiğince çabuk ulaşmaya çalıştı. Ama bu kabus daha da beter bir hal aldı.

Balon gibi şişmiş elbisesiyle uzay gemisinin hava hücresi kapağına sığmıyordu. O anda tehlikenin farkına varmak için durum muhakemesi yaptı: Tamam, uzaydayım. Ancak bu delikten geçersem dünyadaki evime dönebileceğim. Ve ben o delikten geçemiyorum. Yaklaşık 40 dakikalık oksijenim kaldı ve uzay elbisemi çıkarmam imkansız.

Peki ne yapmalıydı? Uzay elbisesinin havasını mı indirmeliydi? Evet, yaptığı da tam olarak buydu. Leonov’un tek çözümü, elbisesini tekrar büzüştürmek için havasını boşaltmasını sağlamaktı. Yani nefes alıp solumak için sahip olduğu tek şeyi.

Giysisinde küçük bir sibop vardı ve giysi hava hücresi kapağından kapsüle dönecek kadar küçülene dek kademeli olarak azar azar hava boşaltmayı başardı. Kalbi gümbür gümbür atıyordu, tamamen kan ter içindeydi ama sonunda her şey yolunda gitti ve görev tamamlandı.

2. Sıra: Eugene Cernan

Uzay yürüyüşü - Spacewalk Eugene Cernan

Gelelim neredeyse ölümcül olan Uzay Yürüyüşlerindeki ikinci sıraya. NASA astronotu Eugene Cernan, tarihteki uzay yürüyüşü yapan üçüncü kişi olacaktı. Ne yazık ki bir cehennem azabı yaşadı.

Eugene Cernan aslında bu görev için aday olarak yedek listede yer alıyordu. Aslında listenin başındaki iki astronot bu uzay yürüyüşü görevi için seçilmişti. Ama ne yazık ki astronot eğitim merkezine giderken bir uçak kazası geçirdiler ve kurtulamadılar.

Böylece Eugene Cernan ve meslektaşı Tom Stafford bu görevi üstlendiler. Bu arada, Eugene her fotoğrafta bu göreve gönülden hazır gibi görünüyor. Herneyse! Hadi bakalım doğru uzaya! Bu görevin ana konusu, Eugene‘nin kısa bir süreliğine yörüngede hava hücresi kapağını açıp uzaya çıkması değildi. Önce bir uyduya kenetlenmeleri ve ardından da, yeni geliştirilmiş jet motorlu bir uzay sırt çantasını, yani AMU diye kısaltılan „Astronot Manevra Birimi“ni test etmeleri planlanmıştı.

AMU, bir anlamda uzayda özgürce hareket edebilmenize olanak sağlayan jet motorlu bir sırt çantasıydı. Ne var ki, bu sırt çantası uzay aracının dışına monte edilmişti. Bu yüzden plana göre, Eugene‘nin uzay gemisinden çıkması, ardından uzay gemisinin kulplarına tutunarak ilerleyip sırt çantasını giymesi ve ardından diğer görevleri yapması gerekiyordu. Aslında, bu jet sırt çantasıyla uzayda özgürce süzülebilmek mümkündü. Ama sonra NASA, her ihtimale karşı sırt çantasına bir güvenlik halatı takmanın daha iyi olacağını düşündü.

3 Haziran 1966‘da iki astronot uzaya uçtu ve ilk görev olan yanaşma ve kenetlenme manevrası, daha astronotlar pencereden bakarken iptal edildi. Çünkü uydunun aslında soldaki gibi görünmesi gerekiyordu ama uzaydaki gerçeklik de sağdakiydi. Buradaki beyaz parçaların uydu yörüngeye oturduğunda gövdeden ayrılmış olması gerekiyordu ve Tom Stafford bunu oldukça esprili bir şekilde tanımladı, „Kızgın bir timsah gibi görünüyor.“

Ama tabii ki uzay yürüyüşü hâlâ programdaydı. Uzay kapsülündeki hava basıncı ayarlandı. Başlarının üzerindeki kapak açıldı ve Eugene, giydiği uzay giysisinin uzay boşluğunda kaya gibi sert olduğunu fark etti. Elbisesindeki her hareket inanılmaz derecede sertti. Kendini sanki paslanmış bir şövalye zırhının içindeymiş gibi hissediyordu. Bu durumda uzay kapsülünden çıkmak ve hareket etmek çok yorucuydu.

Eugene son derece bitkin düşmüştü ama bir şekilde kapsülün etrafından dolaşıp o lanet olası AMU‘ya elinden geldiğince ulaşmaya çalıştı. Sonunda AMU‘ya ulaştığında kendini sanki üç maraton yarışı koşmuş gibi hissediyordu ve sırt çantasını giyecek takati kalmamıştı.

Bu süre içinde uzay kapsülü de dünyanın gece tarafına gelmişti. Yani ortam zifiri karanlıktı ve Eugene kan ter içinde kalmıştı ki kaskının vizörü tamamen buğulanmıştı. Bu nedenle artık hiçbir şey göremiyordu ve yönünü bulamadığı için de paniğe kapılmıştı. Eugene burnunun ucuyla buğulanmış vizörünün küçük bir kısmını ancak silebildi. Tam bir kabus!

Bu esnada uzay kapsülünde bulunan Stafford Eugene’in gücünün sonuna geldiğini ve henüz sırt çantasını bile takamadığını fark etti. Hatta Eugene’in kapsüle geri dönüp dönmeyeceği veya uzayda geride bırakılması gerekip gerekmediği sorusu bile açıktı. Stafford ona görevi hemen iptal etme ve kapsüle geri dönme emrini verdi ve cehennem ortamında iki saatlik bir uzay yürüyüşünün ardından Eugene, ateşler içinde ve dayanılmaz ağrılarla uzay kapsülüne geri döndü.

Dünyaya geri döndüklerinde sağlık görevlileri, Eugene’nin birkaç litre terlediğini tespit ettiler. Sadece uzay çizmelerinin her birinde yarım litre su birikmişti. Cehennem azabı gibi bu uzay yürüyüşünün ardından, uzay yürüyüşü eğitimine ağırlık verildi. Dünyanın 400 kilometre üzerinde astronotların hayatı bir daha tehlikeye girmesin diye Astronotlar, havuzda su altında tüm süreci ve hareketleri uygulayıp test ettiler.

3. Sıra: Luca Parmitano

Uzay yürüyüşü - Spacewalk Luca Parmitano

Geldik 3 numaraya. İtalyan astronot Luca Parmitano kesinlikle uzaydaki en saçma ölüm senaryosundan sağ çıktı. Çünkü uzay yürüyüşü yaparken neredeyse boğuluyordu. Luca, meslektaşı Chris Cassidy ile birlikte ISS uzay istasyonunda yeni kablolar döşemek ve bazılarını tamir etmek için dışarıdaydı ki aniden Chris bir damlanın arkadaşının yüzünde yukarı doğru hareket ettiğini fark etti.

Chris önce arkadaşının terlediğini zanneti ama sonra bunun ter için çok fazla sıvı olduğunu fark etti. İkisi de Görev Kontrolüyle iletişime geçtiler. Kontrol merkezinin “Luca, giderek daha fazla sıvı olduğu hissine kapılıyor musun?” sorusuna Luca: “Evet, giderek daha fazla sıvı var.” diye cevap verdi.

Uzay kaskının içine neredeyse bir buçuk litre sıvı girmişti ve kimse nedenini bilmiyordu. Luca elbette ki ellerini yüzüne götürüp burnuna ve gözlerine bulaşan suyu bir şekilde silemezdi. Açıkçası ben de 8 saat boyunca burnumu kaşıyamazsam deli olurum, oldukça can sıkıcı bir durum. Ancak bu uzay boşluğunda olunca tam bir kabus. Tabii bir buçuk litre suyun bir astronotun kaskını tamamen doldurmaya yetmediği aşikar, ancak yerçekiminin olmadığı bir ortamda durum oldukça farklı.

Pek çok şey, sıfır yerçekiminde, yani uzayda, dünyadakinden tamamen farklı fiziksel özelliğe sahip. Bu yüzden yeryüzünde kesinlikle mümkün olmayan deneyleri uzay istasyonunda yapabilirsiniz. Suyun ise yeryüzünde ancak sınırlı ölçüde gözlemleyebildiğimiz bir özelliği vardır ki katı yüzeylere yapışır ve kalır.

Buna fizikte yapışma kuvveti denir. Bu yapışma gücünden dolayı örneğin ellerimizi yıkadıktan sonra havluyla kurulamamız gerekir. Bir su damlası çok ağırlaştığında, aslında aşağı damlar. Ama sıfır yerçekiminde işler böyle değil.

Chris Hadfield bunu uzay istasyonunda ıslak bir havluyu sıkarak güzel bir şekilde gösterdi. Su havludan sadece damlamıyor, ellerini ve kollarını kaplıyor. Neden? Çünkü ağırlıksız ortamdayız.

Su, Luca’nın miğferine girdiğinde de olay tam olarak buydu. Sıvı yüzünden aşağı doğru iniyordu ve Luca’nın nereden geldiği ve hatta durup duramayacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Aklına ilk gelen şey, kaskının içine yerleştirilmiş olan içme suyu haznesinde bir sızıntı olabileceğiydi. Bu yüzden Luca içme suyunun tamamını içti ama sıvı artmaya devam ediyordu. An itibariyle, görev iptal edildi ve uzay istasyonuna geri dönme emri verildi. Aksi halde Luca kendi kaskının içinde boğulacaktı. Kötü olan sadece nefes alamaması değil, artık önünü de görememesiydi.

Su gözlerine geldiği için görüşünü tamamen kısıtlıyordu. Ve bu arada ISS de yörüngesinde dünyanın gece tarafına gelmişti. Bu nedenle artık hiçbir şey göremiyordu ve kafası tamamen allak bullak olmuştu. Bir şekilde el yordamıyla çıkış kapısına ulaşmak için geri dönüş yolunu bulmaya çalışıyordu. Bu yüzden, tabiri caizse, uzay istasyonu boyunca kapı yönünde körü körüne tırmanıyordu. Sonunda kapıya vardı ama kabus hala bitmedi. Ne de olsa hava basıncı tekrar ayarlanana kadar uzay elbisesiyle o bölmede beklemesi gerekiyordu.

Bu arada, tüm ekip uzay istasyonunun içinde ve sonunda Luca’yı bu uzay elbisesinden çıkarabilmek ve kurtarmak için istasyonun yaşam bölgesine almayı bekliyordu. Peki Luca ne yapabilirdi? Basınç odasının kapısı açılıncaya kadar beklemekten ve nefesini tutmaktan başka hiç bir şey! Ekip arkadaşları sonunda onu istasyonun içine çektiler ve son anda elbisesinden kurtardılar. Nihayet kabus sona ermişti, sinirlerine hakim oldular, ve gerekeni yaptılar. Luca’nın bu konudaki yorumu oldukça ilginçti: “Yuvarlak kavanozdaki kırmızı akvaryum balığı olmanın nasıl bir şey olduğunu, kırmızı balığının bakış açısından deneyimledim.” Tabii bu da bir bakış açısı.

Ama hala net olmayan bir şey vardı. Peki, tüm bu sıvı nereden geldi? Astronot kıyafetleri, astronotları uzay boşluğunda korumak için son derece iyi yalıtılmış birkaç katmandan oluşur. Uzayda çok büyük sıcaklık farkları vardır. Ama tabii ki insanlar da kendi vücut sıcaklığını yayarlar. Bu nedenle astronot giysisinin bir katmanı soğutma sistemi ile donatılmıştır.

Astronotun vücut ısısını düzenlemek için birçok küçük hortum kumaşla birlikte örülür ve soğutma sistemindeki sıvı bunların içinden akar. Örneğin Eugene Cernan’da durum böyle değildi. Uzay elbisesinde böyle bir sistem yoktu ve bu yüzden görülür bir şekilde aşırı ısındı, çünkü yaydığı ısı uzay elbisenin içinde kaldı. Luca’nın da sorunu tam olarak bu soğutma sisteminde yatıyordu.

Soğutma sistemindeki bazı pompalar tıkanmış ve su o noktada toplanarak bir şekilde hava devresine akmıştı. Yani bu noktadan hava yerine aniden su geldi. Luca istasyona geri gelemeseydi, sonu çok kötü olabilirdi. Ama uzayda boğulmak kesinlikle eşi benzeri olmayan bir ölüm olurdu. Bu olay, bir astronotun gerçekten mümkün olan her şeyi hesaba katması gerektiğini bir kez daha gösteriyor. Bazen uzayda boğulmak gibi tamamen saçma tehlikeler dahil hayat beklenmedik acı ve tatlı sürprizlerle doludur!

HISTORYMEDIA

Related posts

Leave a Comment